Ana içeriğe atla

Balya'ya Bir Gelişme Umudu ve Örnek Olma İdeali


Şu günlerde, Ağustos 2008, tatilimi geçirdiğim Güre’de, televizyondan uzak bir zaman dilimi geçirerek kendimi bulmanın tadını çıkarıyorum. Televizyonun empoze ettiği tüketici kişilik kavramlarından uzakta kendi kendime özgün bir yol çiziyorum. Yalnızca günlük gazeteleri ve radyoların haber bültenlerini takip etmek suretiyle memleketimin gündeminden haberdar olarak yaşıyorum, adeta “organik tarım”la kendimi baştan yetiştiriyorum. Gelin görün ki, tam da böylesine iddialı ve fiyakalı laflar edebilecek kadar kendime güvenim gelmişken, dikkatimi çeken bir haber etrafta dolaşmaya başladı: Akçay’daki İda Festivali ve Küçükkuyu’daki Zeus Şenlikleri.

Çoğu akşam yemeklerinde Yunan radyolarında çalan şarkıları da dinlemeyi seven, yani gözü kapalı bir Helen düşmanlığı olmayan bendeniz, bir anlam veremedim bu isimli şenliklerin altındaki felsefeye. Ege kıyısındaki tatil beldelerimizdeki yerel yönetimler, tamamen safiyane niyetlerle ve turizmi canlı tutmak amacıyla, bu türden bol gırgırlı-şamatalı festivaller ve şenlikler düzenlemektedirler. Son derece takdire şayan olan bu girişimlerin gerçekten tasarlanan amaca ulaşmak yolunda işe yaradıkları, bölgedeki yerli-yabancı her türden turistin ilgisini çekerek yaşamı hareketlendirdikleri inkar edilemez bir gerçektir. Ancak, böylesine olumlu karşıladığımız bu girişimlerin yalnızca sonucuna değil, etiketine de bakmak gerekir. Küçükkuyu Zeus Şenlikleri’nde, Yunan tanrısı olan Zeus’a adak adamak, onun adına çeşitli hayırlar yapmak, hala eski mitolojik dinlere inanmaya devam eden Yunanlılar için doğal ve sevap, diğer Yunanlılar içinse kültürlerini yaşatmanın güzel bir yolu olarak pekala kabul edilebilir. Amma ve lakin, yerli halkı Türk ve Müslüman olan (yani Zeus’a inanmayan) bir bölgedeki yönetimlerin şenliklerini bu ve benzer adlarla yapması ne anlam ifade etmektedir?

Tamamen iyi niyetle yapılan bu tür hareketlerin yalnızca içeriğinin değil adının da önemli olduğu unutulmamalıdır. Yunanlılar tarafından “İda” olarak anılan ve bizim “Kaz dağları” şeklinde adlandırdığımız, birçok efsanelerimize ve menkıbelerimize konu ettiğimiz akciğerlerimizin, Yunanca olarak adlandırılması da hoş bir durum değildir. Nasıl ki, “İstanbul”umuzun, “Constantinople” olarak anılması, Uluabatlı Hasan’ımızın kemiklerini sızlatacaksa, “Hatay”ımzın “Antakya” olarak, “Ağrı dağı”mızın “Ararat” olarak veya topraklarımızın bir bölümünün başka bir adla anılması bizi kahredecekse, Kaz dağlarımızın da İda olarak anılması bizi aynı derecede üzmelidir. Dikkatsizlikle bile olsa bu tür hatalar yapılmamalı, Türk toprakları başka adlarla anılmamalıdır. Tam da başta anlattığım halet-i ruhiye içindeyken duyduğum o haberler, işte bana bunları düşündürdü ve anladım ki, bazı yerel yönetimlerimiz kendilerini baştan yaratmayı başaramamış ve Ege’nin karşı kıyısını kopya ile yetinmişlerdir. Halbuki, gönül isterdi ki, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) nin egemenliğini tanımayan ve Batı Trakya’daki candaşlarımıza çok çeşitli baskılar yapan Yunanistan bize özensin, biz ona değil.

Bu noktada, kendimize dönmeli ve yöremizin, Balya’nın, kendi çapında yapabileceği şeyler üzerine kafa yorulmalıdır. Bu öyle bir şey olmalıdır ki, hem eski ihtişamlı günlerine dönebilmeyi arzulayan Balya’mızın gelişmesine yardımcı olsun hem de, Türk tarihinden bir şeyler yansıtarak milletimize gerçek anlamda somut faydaları olsun. Bilindiği üzere Balya’mız, birçok dağların arasında kalan ve bu yüzden sanayi üretimi açısından çok makul özellikler taşımayan bir coğrafyada kuruludur. Dolayısıyla, Balya’mızın, sanayi tesisleri aracılığıyla gelişmesi olanak haricindedir (madenimiz hariç). Tarım ve hayvancılıkla normalden hızlı bir gelişme ise bugüne kadar çok da görülmüş bir şey değildir. Kaldı ki, yine coğrafyası bizden çok daha uygun olan yerler varken, Balya’mızın bu alanda yatırım çekebilmesi de akla pek uygun gelmemektedir. O halde, bizi gelişme yolunda ileri götürecek olan araç, bugüne kadar Balya’mızda gelişmemiş, denenmemiş bir alan olmalıdır. Peki bu alan ne olabilir?

Bu alan, kimsenin kuşkusu olmasın ki, turizmdir. İlk anda, Balya ve turizm kelimeleri birbiriyle çok da bağdaştırılamayabilir, doğaldır. Bunun sebebi, bu alandaki olası fikirlerin bugüne kadar hiç denenmemiş olmasıdır. Şirin ve mahzun ilçemiz Balya, yukarıda da defaatle söylendiği gibi dağlık bir coğrafyaya sahiptir ve köyden kente göç sonrası iyice boşalan köyler (özellikle eski adı “Hort” olan Yazlık köyü) sayesinde bölgedeki ormanların adeta fışkırmasıyla yabanıl hayat tekrardan canlanmıştır. Bu durum, özellikle kaçak avcılık yapanların iştahını kabartmıştır. Gün, avcıların iştahını kabartan potansiyelimizin Balya namına değere dönüştürülmesi günüdür.

Gerekli izinler alınıp, gerekli düzenlemeler yapıldıktan ve avlanmanın bölgedeki yaban hayatını tüketmemesi için gereken tedbirler alındıktan sonra, av festivalleri düzenlenebilir. Yılın belli zamanında/zamanlarında yapılacak olan bu festivalle, bölgemizin yılın belli bir zamanı canlanması ve belki bazı meraklıların da, bölgemizde av köşkü olarak kullanabilecekleri bir ev almaları sağlanabilir. Bu festival, eski Türklerdeki “sürek avı” geleneğine de uydurularak, “Balya Sürek Avı Festivali” şekline sokulabilir. Bu sayede, kendi tarihimizin kaynaklarıyla günü besleme şansına sahip olur ve geleneği geleceğe taşıyabilme şerefine erişiriz. Ayrıca, bir zamanlar kıyısına, sarı paşanın emriyle İzmir’e, ulaşmanın kutsal bir amaç haline geldiği Ege kıyılarımızdaki yerel yönetimlere güzel bir örnek de oluşturmuş oluruz. Ancak, bunlar yapılırken, yabanıl hayatın tükenmemesine azami önem gösterilmelidir. Unutulmamalıdır ki, küçük balık yoksa, büyük balık da yoktur.

Kısaca, koca Türkiyemizin bile haddinden fazla önem verdiği turizm, Balya’daki gelişmenin itici gücü olabilir. Tabii ki tek başına Balya’mızı ayağa kaldıracak bir proje değildir fakat, gelişme yolunda atılacak ilk adımlardan olarak kabul edilebileceği kanısındayım. Yalnızca, “iki kekliğin bir derede öttüğü” Balya merkezi değil, etrafındaki birçok köyü de zenginleştirecek olan bu projeyle, yöremizin adı da duyulacak ve ilçemiz şirin bir turizm kasabası haline gelecektir. Geçmiş günleri tekrar yakalayabilmek için, bir an önce harekete geçilmelidir. En kısa zamanda, “1. Balya Sürek Avı Festivali”nde buluşabilmek umudunu, şimdiden içinde yeşertmiş olan herkese selamlarımla..
Aslı için: Balya Dergisi

Yorumlar

Çok Okunan | Most Read

Ege’deki Enerji Tesislerimizi Kıbrıs’taki Askerimiz Koruyor

Türkiye, denize kurulacak ilk rüzgar enerjisi santralini, Ege kıyılarının kuzey kesiminde veya Trakya’nın Karadeniz kıyılarında inşa etmeyi tasarlıyor. Bu sebeple, özellikle kuzey Ege’de yoğunlaşan enerji tesislerimizin güvenliğini tekrar gözden geçirmenin tam zamanı. Bunu gerekli kılan başka ek sebepler de var. Türkiye’nin yoğun dış politika gündemini ve askeri operasyonlarını fırsat bilen Yunanistan’ın, Ege’de mütecaviz girişimlerini sıklaştırması ve ısınan doğu Akdeniz jeopolitiği, Ankara-Atina arasındaki ilişkileri olumsuz etkileyen unsurlar. Ankara’nın Vaşington ve Brüksel ile ilişkilerinin bozuk olması da, Atina’nın elini güçlendiriyor. Daha fazla enerji yatırımının kuzey Ege’de toplanması ise, halihazırda Yunanistan hava kuvvetlerinin tehdidine açık olan kritik enerji altyapımızın oranını artıracak. Bu durumu engellemek için Türkiye’nin elindeki en büyük imkan ise, Kıbrıs’ta konuşlu Türk askeri.

Litvanya'da Bir Türk İli: Trakay

Karayların, ya da diğer bir deyişle Karaim halkının, yaşadığı yer hem anayurttan hem de Osmanlı arazisinden çok uzaklarda bir Türk ili. Baltık ülkelerinden Litvanya'nın başkenti Vilnüs'e 35 km uzaklıkta 5.400 nüfuslu bir cennet köşesi olan bu diyar, Musevi olan Karay Türklerinin Litvanya'daki başkenti konumunda. Karay Türkleri, 1397-1398'de Litvan Dukası Vytautas tarafından Kırım'dan getirilmişler ve Vytautas'ın gayri resmi başkenti olan Trakay'a yerleştirilmişler. Kaynaklara göre Vytautas, 14. yüzyıl sonlarında gerçekleşmiş çok kanlı bir savaştan sonra Karayların savaşçılığını çok beğenmiş ve özel muhafızı olmaları için onları Trakay kalesine yerleştirmiş.Tarih boyunca Rusya, Almanya ve Lehistan (Polonya) üçgeninde birçok sıkıntılar çeken Karaylar'ın nüfusu 18. yüzyıl başlarında bir ara 3 aileye kadar düşmesine rağmen bu uzak akrabalarımız kendilerini toplamayı başarmışlar ve her türlü badireleri atlatarak şu anda sadece Trakay da bile 300 civarınd...

Türkiye-ABD Gerilimi ve Türkiye’nin Enerji Güvenliği

Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) arasında, ikili ilişkiler tarihinin en büyük krizlerinden biri yaşanmakta. Yakın bir zamana kadar birçok konuda anlaşabilen ve birbirlerini “stratejik ortak”, “müttefik” gibi sıfatlarla niteleyen iki ülkenin ilişkilerinin hızla bozulmasının, hatta karşılıklı başkentlerdeki vize işlemlerini durdurma noktasına gelmelerinin altında yatan birçok sebep var. Küresel sistemin hala en güçlü aktörü olan ABD ile yaşanan gerilimin, Türkiye’nin enerji güvenliği açısından kısa ve uzun vadede ne anlam taşıdığının tetkiki ise, sıklıkla gözden kaçırılmakta.