Ana içeriğe atla

Türkiye-ABD Gerilimi ve Türkiye’nin Enerji Güvenliği


Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) arasında, ikili ilişkiler tarihinin en büyük krizlerinden biri yaşanmakta. Yakın bir zamana kadar birçok konuda anlaşabilen ve birbirlerini “stratejik ortak”, “müttefik” gibi sıfatlarla niteleyen iki ülkenin ilişkilerinin hızla bozulmasının, hatta karşılıklı başkentlerdeki vize işlemlerini durdurma noktasına gelmelerinin altında yatan birçok sebep var. Küresel sistemin hala en güçlü aktörü olan ABD ile yaşanan gerilimin, Türkiye’nin enerji güvenliği açısından kısa ve uzun vadede ne anlam taşıdığının tetkiki ise, sıklıkla gözden kaçırılmakta.

İlişkilerin bozulmasında başta gelen sebep olarak, Türkiye ve ABD’nin Orta Doğu bölgesine ilişkin tahayyüllerindeki zıtlaşma gösterilebilir. Vaşington’un, Ankara’yı adeta ‘hırpalamaya’ çalışmasının ana sebebi de, Ankara’nın, bölge meselelerindeki mevcut ve müstakbel tavırlarının siyasi, ekonomik ve askeri maliyetlerini artırarak, Ankara’yı, inisiyatif almayan bir aktör haline getirmek istemesi. Dünyanın birçok bölgesinde karşılaştığı çeşitli sınamalarla baş edebilmek amacıyla, öngörülebilir bir gelecekte Orta Doğu’daki varlığını azaltmayı planlayan ABD, başka bölgelere odaklanmadan önce, geride kendisine sorun yaratma potansiyeli olan aktör sayısını azaltmak istemekte. Bu amaca matuf attığı adımlar arasında, bizatihi varlık sebebi Türkiye’nin başına gaile çıkarmak olan terör örgütü PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG’nin silahlandırılması ve korunması başta geliyor. ABD’nin bu terör örgütüyle ilişkisi, Türkiye’yle olan ilişkilerin bozulmasının başlıca sebeplerinden. İlişkilerin kötüleşmesinin bir diğer sebebi ise, 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, FETÖ (Fethullahçı Terör Örgütü) mensuplarının iadesini isteyen Türkiye’nin, ‘müttefiklik’ algısıyla yaklaştığı ABD’den istediği cevabı ve beklediği desteği elde edememesi. Her şeyin üstüne bir de, Reza Zarrab davası eklenince, iki ülke arasındaki ilişki bozucu parametrelerin sayısı ve büyüklüğü iyice arttı.

Bölgesel jeopolitikte Türkiye’nin, ABD’nin attığı adımlara karşılık olarak kendi menfaatlerini müdafaa etmeyi hedefleyen girişimleri ise, başta ABD olmak üzere bütün Batı dünyasıyla ilişkilerin gerilmesine sebep olmakta. Örneğin Suriye’deki PKK uzantılarına karşı Türk Silahlı Kuvveleri’nin gerçekleştirdiği operasyonlar, Batı ittifakınca en sert şekilde ve mesnetsiz radikal söylemler üzerinden eleştirilmekte. Akademik açıdan, Uluslararası İlişkiler disiplini, orta ölçekli bir güç olan Türkiye’nin, bölgesel konularda, en az bir büyük güç ile işbirliği yapmak zorunda olduğunu iddia etmekte. Zaten, sahada zorlukla ve kısmen sağlanmış olan Ankara-Moskova işbirliği de, bu teorik çerçeveyi doğrulamakta. Bütün bu karmaşa içerisinde, Türkiye-ABD ilişkilerinin geldiği nokta, Ankara-Moskova işbirliğiyle, bilhassa S-400 hava savunma sistemlerinin alınması kararıyla daha da bozulurken, güç kapasitesi ve statüsü Türkiye’den üstün olan Vaşington ile ilişkilerinin bozulması, Ankara’nın enerji güvenliği açısından da birtakım değerlendirmeleri gerekli kılıyor.


Doğrudan enerji ilişkileri kapsamında, ilişkilerin bozulmasına rağmen, yılın ilk altı ayında ABD’den kömür ithalatının %32 artmış olması not etmeye değer bir bilgi. Amerikan EIA verilerine göre, bir önceki yılın ilk altı ayında 983.191 kısa ton olan Türkiye’nin ABD’den kömür ithalatı, 2017’nin aynı döneminde 1.302.168 kısa ton olmuş. Bu durum, Türkiye’nin, genelde ekonomik ve özelde enerji ilişkilerini, siyasi ilişkilerden ayrı tutarak “kısımlaştırma” (compartmentalisation) politikası güttüğünü gösteriyor. Benzer bir durum, 2010’da İsrail’in Mavi Marmara gemisine yaptığı hukuksuz ve saldırgan müdahale üzerine bozulan Türkiye-İsrail ilişkilerinde de gözlenmiş ve siyasi ilişkiler bozulmasına rağmen, ekonomik ilişkiler artarak devam etmişti. İthalat miktarındaki artışa rağmen ise, Türkiye’nin ABD kömür ihracatı içindeki payı 2016’daki %3,5 seviyesinden, 2017’de %2,95’e gerilemiş. Türkiye’nin kömür ithalatında ABD’nin payı ise %3 dolayında. Kısaca, farazi bir durumla ilişkiler kesilse dahi, ne Türkiye ne de ABD ikili kömür ticaretinin durmasından zarar görecek konumdalar.

2016 yılı güz mevsiminde, tarihte ilk kez Amerikan doğalgazı Türkiye’ye ithal edildi. Spot piyasadan alımı yapılan, Ege Gaz’a ait Aliağa tesislerine Knutsen adlı sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) tankeriyle teslimatı yapılan 242.9 Sm3’lük kargo, Türkiye’nin 2016 yılındaki spot piyasadan doğalgaz ithalatının %11,4’üne, toplam tüketiminin ise ancak %0,52’sine karşılık gelmekte. Bu açıdan, Amerika’yla ilişkiler tamamen bozulsa ve Amerika, Türkiye’ye doğalgaz satışını engellese dahi, Türkiye’nin kısa vadede herhangi bir kaybı olmayacaktır. Ancak, Amerikan LNG’sinin asıl değeri, uzun vadede birbirinden ayrık haldeki bölgesel doğalgaz piyasalarının yakınsaması üzerinde olacağından, Türkiye açısından, Amerikan LNG’si esasen bir çeşitlendirme ve rekabet yaratma unsuru olarak önem taşıyor.

Ayrıca, orta vadede, petrole endeksli doğalgaz mukavelelerinin zemin kaybedeceği varsayımı doğru kabul edilirse, küresel ölçekte bir doğalgaz ithalatçısı olan Türkiye’nin, dünyanın en büyük LNG ihracatçılarından biri olması beklenen ABD’yle, salt bir enerji tedarikçisi olduğu için dahi iyi ilişkiler tesis etmesi daha akıllıca olacaktır. ABD’nin, küresel LNG piyasasına ilişkin hırsları, 2017 Haziran’ında patlak veren Katar kriziyle daha da belirginleşmişken, Türkiye’nin ABD gibi bir enerji tedarikçisini göz önünde bulundurmaması stratejik bir eksiklik olur. Enerjeopolitik açından bakıldığında, Türk dış enerji politikasının en temel unsuru olan, ‘enerji merkezi haline gelmek’ hedefinin de, ‘ABD kösteği’ ile değil ‘ABD desteği’ ile başarılabilir olduğu gözden kaçırılmamalı.

Türkiye-ABD geriliminin Türkiye’nin enerji güvenliğindeki bir başka yan etkisi ise, bu gerilimin, Türk Lirası’nın (TL) değeri ve enerji sektörü üzerindeki yansımaları. Türkiye-ABD ilişkilerindeki gerginlik arttıkça, TL değer kaybetmekte. Bu durum ise, hem kamunun teşvik verdiği enerji üretiminin TL cinsinden maliyetini artırmakta, hem maliyet enflasyonu yaratıp ekonomik istikrarı zedeleyerek ekonomik büyüme ve enerji yatırımları arasındaki eşgüdümü bozmakta, hem de teknolojisinin ve finansmanının büyük kısmı yurtdışından temin edilen yeni enerji projelerini sekteye uğratmakta. Ekonomiyi, oluşan kur hareketliliğinden ve bilhassa TL’deki değer kaybından korumak için devlet, 23 Ocak 2017 tarihli 683 nolu Kanun Hükmünde Kararname ile, kamuya olan borçların ödenmesinde, 2 Ocak tarihindeki 3,53 TL olan kurun kullanılmasını mümkün kıldı. Böylece, enerji sektöründeki birçok oyuncu da büyük ölçüde rahatladı. Ancak, özel sektöre bu imkanın tanınması, riski azaltmayan, sadece özel sektörden kamuya aktaran bir çözüm. Bu noktada, Türkiye’nin, özellikle ABD ile bozulan dış ilişkilerini yeniden düzeltmesi, TL’deki değer kaybını azaltıcı bir etki yapacaktır. Uzun vadede ise, ABD menşeli şirketlerin iştiraki açısından önemli olan yeni nükleer santraller gibi bazı projelerin sekteye uğraması veya rekabet eksikliğinin yaratacağı yüksek maliyetlerle gerçekleştirilmesi akla gelen konular arasında.

Dolayısıyla, Türkiye-ABD ilişkilerinin bozulması, Türkiye’nin enerji güvenliği açısından kısa vadede doğrudan menfi bir etkiye sahip olmamakla birlikte, uzun vadede, nispi bir kayıp anlamına gelmekte. Gerilimin ana sebeplerinden biri, Türkiye’nin, küresel bir büyük güç ve hakim Batı ittifakı tarafından, inisiyatif almayan bir ülke haline getirilmeye çalışılması olsa dahi, orta ölçekli bölgesel bir güç olan Türkiye’nin, güç kapasitesinin dayattığı bir mecburiyet olarak yapması gereken şey, gerginliği asgari seviyeye indirmek olmalı. ABD-Türkiye gerginliğinin, Türkiye’nin enerji güvenliği üzerinde kısa vadede telafi edilemez muzır bir etki yapması muhtemel olmamakla birlikte, gerginliğin yıpratıcı maliyetlerinin uzun vadede kendini göstermeden bertaraf edilmesi için bugün atılması gereken adımların geciktirilmemesi, Türkiye’nin milli menfaatlerine daha uygun gözükmekte. Milli güç unsurlarının hepsini uygun şekilde kullanma sanatı olan diplomasi ise, ikili ilişkilerin düzeltilmesinde kilit bir role sahip.
Aslı İçin: Enerji Panorama

Yorumlar

Çok Okunan | Most Read

Ege’deki Enerji Tesislerimizi Kıbrıs’taki Askerimiz Koruyor

Türkiye, denize kurulacak ilk rüzgar enerjisi santralini, Ege kıyılarının kuzey kesiminde veya Trakya’nın Karadeniz kıyılarında inşa etmeyi tasarlıyor. Bu sebeple, özellikle kuzey Ege’de yoğunlaşan enerji tesislerimizin güvenliğini tekrar gözden geçirmenin tam zamanı. Bunu gerekli kılan başka ek sebepler de var. Türkiye’nin yoğun dış politika gündemini ve askeri operasyonlarını fırsat bilen Yunanistan’ın, Ege’de mütecaviz girişimlerini sıklaştırması ve ısınan doğu Akdeniz jeopolitiği, Ankara-Atina arasındaki ilişkileri olumsuz etkileyen unsurlar. Ankara’nın Vaşington ve Brüksel ile ilişkilerinin bozuk olması da, Atina’nın elini güçlendiriyor. Daha fazla enerji yatırımının kuzey Ege’de toplanması ise, halihazırda Yunanistan hava kuvvetlerinin tehdidine açık olan kritik enerji altyapımızın oranını artıracak. Bu durumu engellemek için Türkiye’nin elindeki en büyük imkan ise, Kıbrıs’ta konuşlu Türk askeri.

Litvanya'da Bir Türk İli: Trakay

Karayların, ya da diğer bir deyişle Karaim halkının, yaşadığı yer hem anayurttan hem de Osmanlı arazisinden çok uzaklarda bir Türk ili. Baltık ülkelerinden Litvanya'nın başkenti Vilnüs'e 35 km uzaklıkta 5.400 nüfuslu bir cennet köşesi olan bu diyar, Musevi olan Karay Türklerinin Litvanya'daki başkenti konumunda. Karay Türkleri, 1397-1398'de Litvan Dukası Vytautas tarafından Kırım'dan getirilmişler ve Vytautas'ın gayri resmi başkenti olan Trakay'a yerleştirilmişler. Kaynaklara göre Vytautas, 14. yüzyıl sonlarında gerçekleşmiş çok kanlı bir savaştan sonra Karayların savaşçılığını çok beğenmiş ve özel muhafızı olmaları için onları Trakay kalesine yerleştirmiş.Tarih boyunca Rusya, Almanya ve Lehistan (Polonya) üçgeninde birçok sıkıntılar çeken Karaylar'ın nüfusu 18. yüzyıl başlarında bir ara 3 aileye kadar düşmesine rağmen bu uzak akrabalarımız kendilerini toplamayı başarmışlar ve her türlü badireleri atlatarak şu anda sadece Trakay da bile 300 civarınd