Ana içeriğe atla

Nükleer, Enerjiden Büyüktür!


Türkiye’nin nükleer stratejisi, enerji üretiminin çok ötesinde, yüksek teknoloji üretimi için fırsatlar yaratmaktadır. Bu anlamda, Türkiye’deki atıl toryum varlığının da önemi büyüktür. Türkiye’de, nükleer kavramına olan önyargılı yaklaşım, Türkiye’nin hem nükleer stratejisindeki tahayyül ufkunu daraltmakta hem de toryum gibi halihazırda yakıt olarak kullanılmasına dair geniş çaplı araştırmaların ve yatırımların olduğu bir nükleer enerji kaynağının gözden kaçırılmasına yol açmaktadır.

Basitçe söylemek gerekirse, toryum, nükleer santrallerde kullanılabilme potansiyeli olan bir elementtir ve uranyum temelli nükleer çalışmalardan farklı olarak, toryum temelli nükleer çalışmalar çevreci yapısından dolayı ‘yeşil nükleer enerji’ şeklinde anılmaktadır. Üstelik Türkiye, Nature dergisinin de sayfalarına taşıdığı üzere, Hindistan’dan sonra dünyadaki ikinci büyük toryum rezervine sahiptir. Bu varlığın değerlendirilmesi için, dünyanın önde gelen 10 ülkesinde olduğu gibi bir toryum stratejisine sahip olunması ve bu stratejinin somut bir projeye dönüştürülmesi  gerekmektedir. Bu minvalde, Türkiye Enerji Vakfı’nın (TENVA) yakın zaman önce yayınladığı “Türkiye’de Toryum: Enerji, Ekonomi ve Siyasette Fırsatlar” başlıklı rapordaki tespitler önemlidir. Öte yandan, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın da, bu yıl içerisinde bir toryum strateji belgesi yayınlaması beklenmektedir. Bu noktada altının çizilmesi gereken husus, Türkiye’nin nükleer stratejisinin ve toryum potansiyelinin, enerji üretimi ve enerjide dışa bağımlılığın azaltılmasını sağlamaya ek olarak, Türkiye’nin yüksek teknoloji üretebilen, geliştirebilen ve ihraç edebilen bir ülke haline gelmesine büyük katkı sağlayabileceğidir. Bu sayede, Türkiye’nin ulusal iktisadi kalkınma politikalarında ve uluslararası ekonomipolitik ilişkilerinde önemli kazanımlar elde edilebilecektir.

Enerji İhtiyacı
Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılığı, dış politikadaki hareket alanını kısıtlayabilecek ölçüde yüksektir. Öyle ki, 2014 sonu itibariyle Türkiye’nin petrol ve doğalgazda kendine yeterlilik oranı sırasıyla sadece %11,8 ve %1,1 olmuştur. Türkiye’nin 2014’teki enerji ithalatı ise 50 milyar dolar civarındadır. Türkiye’nin 2013’te doğalgaz ve kömürde, sırasıyla dünyadaki altıncı ve sekizinci en büyük ithalatçı olması, enerji ithalatının boyutlarını mukayeseli görebilmek açısından çok anlamlı bir istatistiktir. Türkiye bu hacimdeki enerji ithalatının yalnızca ekonomik değil aynı zamanda politik maliyetlerini de ödemek durumunda kalabilmektedir. İktisaden, cari açığın da büyük bir kısmını teşkil eden yüksek enerji ithalat faturasına ek olarak, ekonomideki yüksek enerji girdilerinin Türkiye’nin rekabet gücünü törpülemesi gibi maliyetler oluşmaktadır. Siyaseten, sürmekte olan Ukrayna Kriz’inde Türkiye’nin daha müdebbir davranmak zorunda kalması ve ayrıca ikili ilişkilerde İran’ın enerjiyi Türkiye’ye karşı bir baskı unsuru olarak kullanabiliyor olması gibi neticeler ortaya çıkabilmektedir.

Bu noktada, Türkiye’nin başlatmış olduğu nükleer programı, Rusya’ya mevcut bağımlılığı artırma olasılığıyla beraber, Türkiye’nin enerji özerkliğine katkı yapma potansiyeline sahiptir. Diğer bir ifadeyle, elektrik üretiminde halihazırdaki doğalgaz ağırlıklı yapının daha çevreci ve güvenli hale gelmesi için nükleer strateji, dünyadaki 30’dan fazla ülke ile birlikte Türkiye’nin de tercih ettiği önemli bir seçenektir. Ancak uranyum temelli nükleer enerji, hem radyoaktif atıkların çevresel riskleri hem de uluslararası güvenlik ilişkileri açısından devletlere ciddi dış politik kısıtlar yaratabilmektedir. Diğer taraftan, Türkiye’de bol miktarda bulunan toryum, nükleer yakıt olarak kullanılması halinde, özellikle hızlandırıcı sürümlü teknoloji gibi bazı yüksek teknolojiler sayesinde, hem radyoaktif atıklardan ve nükleer kaza riskinden muaftır hem de toryum temelli nükleer programların nükleer silah yapımında kullanılamamasından ötürü uluslararası güvenlik için bir tehdit oluşturmamaktadır. Haliyle, Türkiye’nin nükleer stratejisi çerçevesinde toryum temelli teknolojilere idari, beşeri ve fiziki olarak yatırım yapmasının, ekonomik ve politik sonuçları açısından faydalı bir yatırım olacağı bizce aşikardır. Toryum rezervi olmayan Japonya ve Güney Kore gibi ülkelerin de toryum temelli teknolojilere yatırım yapıyor olmaları, toryum temelli teknolojilerin öngörülen ekonomik ve politik faydalarını devşirmeye yönelik cereyan eden ‘toryum yarışı’nın bir sonucudur.

Kaynaklar Artar
Türkiye’nin toryum temelli nükleer stratejisinin yaratabileceği doğrudan fırsatların en mühimi, uluslararası işbirliklerine açık şekilde, Türkiye’nin enerji ihtiyaçlarının karşılanmasında yerli teknolojinin hakim payını oluşturacağı toryum reaktörlerinin operasyonel hale getirilmesi olacaktır. Mersin ve Sinop’ta yapılacak uranyum temelli iki nükleer santralin öngörülen maliyetleri 45 milyar dolar civarındadır. Türkiye’nin yerli teknolojinin pay sahibi olduğu nükleer santraller yapabiliyor olması, yerel kaynaklarda büyük bir tasarrufu ve bu tasarruf ile birlikte ekonomik yatırım kaynaklarının artışını beraberinde getirebilecektir. Fakat Türkiye’nin toryum temelli nükleer stratejisi, enerjinin ötesinde, başka fırsat alanları da yaratacatır. Kısaca, nükleer strateji, enerjiden büyüktür!

Teknoloji, üretilen ve kullanılan, alınıp satılan ekonomik bir metadır. Ayrıca, Ahmet Davutoğlu’nun da Stratejik Derinlik’te ortaya koyduğu şekilde, teknolojik kapasite, ulusal güç unsurlarının başında gelmektedir ve uluslararası ilişkilerde bilim ve teknoloji alanında daimi bir üstünlük rekabeti mevcuttur. Örneğin, bir baskı aracı olarak teknolojik ambargo, uluslararası ilişkilerde ilk uygulanan yaptırım türlerinden biridir. Rusya’nın Kırım’ı işgali sonrasında, ABD ve AB’nin başvurduğu yaptırımlardan ilki, Rusya’ya teknolojik alanda geniş çaplı bir ambargo uygulamak olmuştur. Bu bağlamda, toryum temelli nükleer stratejinin yaratabileceği dolaylı fırsat alanlarının ilkinin, Türkiye’nin toryum teknolojisini, ulusal kaynaklarıyla veya uluslararası işbirlikleriyle ticarileştirebilmesi halinde, uluslararası nükleer şirketlerin edilgen bir müşterisi olma konumundan, küresel çapta bir nükleer teknoloji ihracatçısına dönüşmesi olduğu vurgulanmalıdır. Ticarileşmiş toryum teknolojisi, dünyada yapılan nükleer santral inşaatlarında kullanılmak üzere ihraç edilebilecektir. Böylece Türkiye, milyarlarca dolarlık uranyum temelli nükleer teknoloji ithal etme konumunun yanında, toryum temelli nükleer teknoloji üretebilen ve ihraç edebilen bir konuma da geçebilir. Toryum temelli nükleer teknoloji, doğası gereği yüksek katma değerli ve pahalı bir teknoloji olduğu için, bu alanda geliştirilecek teknolojinin, ilişkili olduğu yan sektörlere de faydası olacaktır.

Türkiye’nin, dünyadaki doğalgaz ve kömür ithalatında ilk 10’da olmasına rağmen, ekonomik büyüklük anlamında ilk 10’da olmaması, ekonomik büyüklüğünün ötesinde enerji tüketimine ihtiyaç duyduğunu göstermektedir. Bu durumda yapılması gereken, dış kaynaklara bağımlı yüksek enerji tüketiminin ekonomipolitik maliyetlerine karşı, iç kaynaklara dayalı yüksek teknolojili mal ve hizmet üretmektir. Bu hususta, toryum temelli sürdürülebilir bir nükleer strateji seçeneği gözardı edilmemelidir. Ayrıca, toryum temelli nükleer teknoloji alanında yapılacak Ar-Ge yatırımlarının ve gerçekleştirilecek teknolojik ilerlemelerin, taşma etkisiyle diğer yan sektörleri de teşvik etme potansiyeli bulunmaktadır.

Uranyum temelli nükleer strateji açısından Türkiye, yarışta çok gerilerde kalmış durumdadır. Fakat, yeni başlayan ‘toryum yarışı’nda Türkiye’nin hala ciddi bir şansı bulunmaktadır. Türkiye, büyük toryum rezervlerine sahip olmasının da avantajını değerlendirerek, idari, beşeri ve fiziki kabiliyetlerini geliştirerek, mümkünse karşılıklı fayda esasına dayalı uluslararası işbirlikleri tesis ederek, bu yarışa katılmakta geç kalmamalıdır. Şubat 2003 ve Mart 2007 tarihlerinde Türkiye’nin toryum stratejisine dair alınan Bilim Teknoloji Yüksek Kurulu kararları bu açıdan çok hayatidir. Türkiye, uluslararası işbirlikleri de geliştirerek, toryum teknolojisinin geliştirilmesi ve ticarileştirilmesinde etki ve etkinlik kazanması halinde, hem kendi enerji ihtiyaçlarının önemli bir kısmını çevreci bir şekilde karşılayabilecek, hem enerji alanındaki ithalatın iktisadi ve siyasi yüklerini hafifletebilecek, hem de başta toryum temelli nükleer çalışmalar olmak üzere genel teknolojik kabiliyetlerinin artması konusunda önemli bir avantaj elde edebilecektir.
Aslı için: Star Açık Görüş

Yorumlar

Çok Okunan | Most Read

Ege’deki Enerji Tesislerimizi Kıbrıs’taki Askerimiz Koruyor

Türkiye, denize kurulacak ilk rüzgar enerjisi santralini, Ege kıyılarının kuzey kesiminde veya Trakya’nın Karadeniz kıyılarında inşa etmeyi tasarlıyor. Bu sebeple, özellikle kuzey Ege’de yoğunlaşan enerji tesislerimizin güvenliğini tekrar gözden geçirmenin tam zamanı. Bunu gerekli kılan başka ek sebepler de var. Türkiye’nin yoğun dış politika gündemini ve askeri operasyonlarını fırsat bilen Yunanistan’ın, Ege’de mütecaviz girişimlerini sıklaştırması ve ısınan doğu Akdeniz jeopolitiği, Ankara-Atina arasındaki ilişkileri olumsuz etkileyen unsurlar. Ankara’nın Vaşington ve Brüksel ile ilişkilerinin bozuk olması da, Atina’nın elini güçlendiriyor. Daha fazla enerji yatırımının kuzey Ege’de toplanması ise, halihazırda Yunanistan hava kuvvetlerinin tehdidine açık olan kritik enerji altyapımızın oranını artıracak. Bu durumu engellemek için Türkiye’nin elindeki en büyük imkan ise, Kıbrıs’ta konuşlu Türk askeri.

Litvanya'da Bir Türk İli: Trakay

Karayların, ya da diğer bir deyişle Karaim halkının, yaşadığı yer hem anayurttan hem de Osmanlı arazisinden çok uzaklarda bir Türk ili. Baltık ülkelerinden Litvanya'nın başkenti Vilnüs'e 35 km uzaklıkta 5.400 nüfuslu bir cennet köşesi olan bu diyar, Musevi olan Karay Türklerinin Litvanya'daki başkenti konumunda. Karay Türkleri, 1397-1398'de Litvan Dukası Vytautas tarafından Kırım'dan getirilmişler ve Vytautas'ın gayri resmi başkenti olan Trakay'a yerleştirilmişler. Kaynaklara göre Vytautas, 14. yüzyıl sonlarında gerçekleşmiş çok kanlı bir savaştan sonra Karayların savaşçılığını çok beğenmiş ve özel muhafızı olmaları için onları Trakay kalesine yerleştirmiş.Tarih boyunca Rusya, Almanya ve Lehistan (Polonya) üçgeninde birçok sıkıntılar çeken Karaylar'ın nüfusu 18. yüzyıl başlarında bir ara 3 aileye kadar düşmesine rağmen bu uzak akrabalarımız kendilerini toplamayı başarmışlar ve her türlü badireleri atlatarak şu anda sadece Trakay da bile 300 civarınd

Türkiye-ABD Gerilimi ve Türkiye’nin Enerji Güvenliği

Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) arasında, ikili ilişkiler tarihinin en büyük krizlerinden biri yaşanmakta. Yakın bir zamana kadar birçok konuda anlaşabilen ve birbirlerini “stratejik ortak”, “müttefik” gibi sıfatlarla niteleyen iki ülkenin ilişkilerinin hızla bozulmasının, hatta karşılıklı başkentlerdeki vize işlemlerini durdurma noktasına gelmelerinin altında yatan birçok sebep var. Küresel sistemin hala en güçlü aktörü olan ABD ile yaşanan gerilimin, Türkiye’nin enerji güvenliği açısından kısa ve uzun vadede ne anlam taşıdığının tetkiki ise, sıklıkla gözden kaçırılmakta.