Ana içeriğe atla

İran Anlaşması Enerjide Ne Anlama Geliyor?


İran ve P5+1 ülkelerinin (Birlemiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesi ve Almanya) 14 Temmuz’da anlaşmaya varmasıyla, küresel gündem hareketlendi. Anlaşmanın bilhassa enerji piyasaları için ciddi etkileri olacağı aşikar. Diğer taraftan, küresel ilişkilerin birçok alanda gerilimli olduğu bir döneme denk gelen anlaşmanın muhtemel etkilerinin bazen abartıldığı da ayrı bir gerçek. İran anlaşması temelde, hem Batı ittifakına, hem İran’a, hem de İran’la iş yapmak isteyen üçüncü ülkelere 10 yıla kadar zaman kazandıracak. İleride benzer bir krizin tekrarlanmayacağı ise garanti değil. Yani aslında anlaşma, nihai bir çözümden ziyade bir ara çözümü (interim solution) getirmekte. Bir yönüyle bu anlaşma, her iki tarafın da, kazanılan zamandan istifade ederek, diğer tarafın, kazandığı ekonomik çıkarlarını riske edemeyeceği bir ortamı oluşturmayı hedeflemekte denilebilir. Elbette bu ekonomik çıkarların kaderi de, dünyanın petrolde dördüncü, doğalgazda ise ikinci büyük rezervine sahip olan İran enerji sektörünün bu zamanı nasıl kullanacağıyla yakından ilgili.

Anlaşma çerçevesinde kaldırılacak ekonomik yaptırımların 2016 başından önce gerçek bir etki yaratması beklenmemeli. Çünkü yaptırımlar, ancak anlaşma Amerikan kongresinde onaylandıktan ve İran, elindeki zenginleştirilmiş uranyum stoğunu ve çalışan santrifüj sayısını belirlenen düzeye indirdikten sonra kaldırılmaya başlayacak. Bütün bunların ise 2015 sonundan önce gerçekleşmesi muhtemel görünmüyor. Diğer bir deyişle, anlaşmanın beklenen ekonomik etkilerinin gözlemlenebilmesi için önümüzde daha en az birkaç aylık bir süre olacak. Bu süre aslında, Türk ve dünya şirketlerine, hazırlık yapmaları için zaman da vermekte.

Uluslararası enerji piyasalarındaki iyimser beklenti, enerji şirketlerinin İran’a akın edeceği ve büyük yatırımlar gerçekleştirerek İran’ın enerji sektöründe hızlı bir gelişme sağlayacakları yönünde. İran’ın petrol üretim altyapısı, doğalgaz altyapısına kıyasla daha iyi durumda olduğu için, İran petrol sektörünün kısa vadede doğalgaz sektöründen daha hızlı gelişeceği, üzerinde ittifak edilen bir tahmin. Bu sebeple, zaten düşük olan petrol fiyatları, İran’ın artan petrol arzı sayesinde biraz daha düşebilir. Şu anda 3 milyon varil civarında seyreden İran’ın günlük petrol üretiminin, artan yatırımların etkisiyle, 2016 boyunca 3,5-4 milyon varil bandına doğru hareketleneceği öngörülmekte.

Ancak burada önemli olan husus, artık hiçbir şeyin, enerji şirketlerinin 2012’de İran’ı terkettikleri zamankiyle aynı olmaması. Öncelikle, 2012 ortalaması 105$ olan petrol fiyatları, 2015 Ağustos itibariyle yaklaşık 45-50$ ve kısa veya orta vadede fiyatların yükseleceğine dair güçlü bir emare yok. Bu durum, son bir yılda, küresel çapta yaklaşık 200 milyar dolarlık enerji yatırımının iptal edilmesine sebep oldu. Dolayısıyla, yaptırımlardan önceki enerji yatırımı projelerinin, kaldığı yerden devam edeceğini varsaymak doğru olmaz. Ayrıca, gerçekleştirilecek dev enerji yatırımlarının, ilerde İran-Batı krizinin tekrarlandığı bir ortamda ne olacağı sorusu da, en azından şu anda cevapsız durumda. Kısaca, İran petrol endüstrisine dair yorum yaparken, projelerin ekonomik fizibilitesi kadar, politik fizibilitesi hakkında da ihtiyatlı olmakta fayda var.

İran’ın artacak petrol gelirleri, kısa vadede bölgesel bir rahatlamanın kapısını aralayacak olsa da, uzun vadeli istikrar için temel konu, İran doğalgaz sektörünün geleceği. Bu konuda yapılan tahminlerde sık sık, İran’ın Avrupa’nın gaz tedariğinde Rusya’ya alternatif olabileceği öne sürülmekte. Bu tahmin, iki sebeple zor görünüyor. Birincisi, mevcut Türkiye-İran enerji ilişkilerinde Türkiye, İran’a karşı güçlü bir koza sahip değilken (Örn: Türkiye-İran fiyat sorunları) İran, Avrupa’ya gaz iletmek için Türkiye’den geçmek zorunda. Bu ise, İran’ın kendi eliyle Türkiye’ye pazarlık gücü sağlaması anlamına geleceğinden, İran’ın bu seçeneği şartsız desteklemesi muhtemel değil. İkinci olarak, İran’ın mevcut doğalgaz sahaları, ülkenin güney kısmında bulunmakta. Bu yüzden, İran doğalgazının Avrupa’ya, Rusya’ya alternatif olabilecek boyutlarda taşınması ciddi bir ekonomik maliyet yaratacaktır. Bu maliyetin ise kimin tarafından karşılanabileceği sorusunun net bir cevabı yok.

İran doğalgazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya iletilmesi projesi, Türk Akımı’ndan da bağımsız düşünülemez. Şu anda Avrupa’nın, doğalgaz tedariğinde ana ortağı hala Rusya. Eğer TANAP’e ek olarak Türk Akımı gerçekleşirse, bunun üzerine bir de büyük hacimlerdeki İran gazının eklenmesi demek, Azeri, Rus, İran ve belki ileride Türkmen gazının da Avrupa’ya Türkiye üzerinden taşınması demek olacaktır. Bu ise, enerji transit güvenliğinin temeli olan çeşitlendirme (diversification of routes) kavramına ters düşecektir. Ayrıca bu durum, Türkiye’nin eline büyük bir güç vereceğinden, ilgili tarafların bu konuda müdebbir davranacakları öngörülebilir. Diğer bir deyişle, İran gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması hususunda, hem birçok parametre belirsizliğini hala korumakta, hem de İran’ın Türkiye’nin eline bu kozu vermesi pek muhtemel değil.

Farklı olarak, doğalgaz sektörüyle ilgili iki tahmin kesinlik derecesinde yapılabilir. İran’ın doğalgazdaki önceliklerinden biri, LNG ihracat kapasitesini geliştirmek olacaktır. Bunun ana sebebi, LNG ihracatının, hem mevcut durumda hem de ilerideki muhtemel bir kriz zamanında İran’a, hareket serbestisi sağlayacak olması. Özellikle, fiyatların nispeten yüksek olduğu uzakdoğu piyasalarına hitap etmenin en esnek yollarından biri bu. Ayrıca İran, LNG sayesinde, Türkiye’yi aradan kaldırarak ve daha düşük maliyetli yatırımlar ile, Avrupa’da Litvanya’ya kadar gaz satabilir. LNG konusunda ise, yine petrol fiyatlarının düşüklüğünden kaynaklanan büyük bir sorun var: Yatırımın geri dönme süresinin uzunluğu.

Diğer öncelik, bilhassa İran-Pakistan boru hattının tamamlanmasıyla, İran doğalgazının önce Pakistan’a, uzun vadede ise Çin’e iletilmesi olacaktır. Çin’in, Pakistan’ın boru hattı yatırımlarını finanse etmeye istekli olduğu bilinmekte. Hindistan ise İran doğalgazına talip olan diğer bir bölge ülkesi ve Çin ile rekabet halinde. Böyle bir durumda, Türk şirketleri sadece İran’da değil, Pakistan’da da birtakım müteahhitlik işlerine talip olabilirler. Ayrıca müteahhitlik konusunda, İran’da planlanan yeni termik santrallerin inşaatı da, önemli bir fırsat olabilir.

Diğer taraftan İran, enerji fiyatları ne olursa olsun şu anki ekonomik durumundan daha iyiye gideceği için, bunun Türk şirketleri açısından artan bir ihracat potansiyeli yaratacağına kesin gözüyle bakılabilir. Ancak burada önemli olan, bölgesel dış politikada birbirine ters düşen Türkiye ve İran’ın, ekonomik ilişkilerinin, siyasetten ne kadar etkileneceği. Türkiye-İran ilişkilerinin son 13 yılı, tarafların ekonomik ilişkilerini, siyasetten ayrı tutmaya çalıştıklarını gösteriyor.[1] Her iki ülke ekonomisinin de içinde bulunduğu sıkıntılar ve bölgesel ekonomik işbirliği arayışları, ekonomik ilişkilerin siyasetten etkilenmemesi için, Türkiye ve İran’ın dikkatli davranmayı sürdüreceğini düşündürtüyor.

Özetle, varılmış olan İran anlaşması, nihai bir çözümden ziyade, bir ara çözümü getirmekte ve her iki tarafı da uzun vadede, kazanılmış ekonomik çıkarlarını riske atmamak için daha mutedil olmaya sevk etmeyi amaçlamakta. Buna karşın, İran’a yapılacak sabit yatırımların, uzun vadede yeni bir krizden nasıl etkileneceklerine dair net bir tahmin yapmak mümkün görünmüyor. İran’da kısa vadede daha çabuk sonuç almak için petrol sektörü daha cazip gözükmekteyken, projelerin siyasi fizibilitesine bağlı olarak, doğalgaz sektörü uzun vadede istikrarlı bir getiri sağlayabilir. Her iki durumda da, İran enerji sektörünün gelişmesi, enerji-dışı Türk şirketlerinin İran’da yeni iş imkanları bulmasını kolaylaştıracaktır. Kısaca, İran’a yaptırımların kalkması, her durumda Türkiye’nin ekonomik açıdan faydasına olacaktır.
Aslı için: Enerji Panorama


[1] Serhan Ünal ve Eyüp Ersoy, “Political Economy of Turkish-Iranian Relations: Three Asymmetries”, Middle East Studies, Cilt. 5, No. 2, sf. 141-164.

Yorumlar

Çok Okunan | Most Read

Ege’deki Enerji Tesislerimizi Kıbrıs’taki Askerimiz Koruyor

Türkiye, denize kurulacak ilk rüzgar enerjisi santralini, Ege kıyılarının kuzey kesiminde veya Trakya’nın Karadeniz kıyılarında inşa etmeyi tasarlıyor. Bu sebeple, özellikle kuzey Ege’de yoğunlaşan enerji tesislerimizin güvenliğini tekrar gözden geçirmenin tam zamanı. Bunu gerekli kılan başka ek sebepler de var. Türkiye’nin yoğun dış politika gündemini ve askeri operasyonlarını fırsat bilen Yunanistan’ın, Ege’de mütecaviz girişimlerini sıklaştırması ve ısınan doğu Akdeniz jeopolitiği, Ankara-Atina arasındaki ilişkileri olumsuz etkileyen unsurlar. Ankara’nın Vaşington ve Brüksel ile ilişkilerinin bozuk olması da, Atina’nın elini güçlendiriyor. Daha fazla enerji yatırımının kuzey Ege’de toplanması ise, halihazırda Yunanistan hava kuvvetlerinin tehdidine açık olan kritik enerji altyapımızın oranını artıracak. Bu durumu engellemek için Türkiye’nin elindeki en büyük imkan ise, Kıbrıs’ta konuşlu Türk askeri.

Litvanya'da Bir Türk İli: Trakay

Karayların, ya da diğer bir deyişle Karaim halkının, yaşadığı yer hem anayurttan hem de Osmanlı arazisinden çok uzaklarda bir Türk ili. Baltık ülkelerinden Litvanya'nın başkenti Vilnüs'e 35 km uzaklıkta 5.400 nüfuslu bir cennet köşesi olan bu diyar, Musevi olan Karay Türklerinin Litvanya'daki başkenti konumunda. Karay Türkleri, 1397-1398'de Litvan Dukası Vytautas tarafından Kırım'dan getirilmişler ve Vytautas'ın gayri resmi başkenti olan Trakay'a yerleştirilmişler. Kaynaklara göre Vytautas, 14. yüzyıl sonlarında gerçekleşmiş çok kanlı bir savaştan sonra Karayların savaşçılığını çok beğenmiş ve özel muhafızı olmaları için onları Trakay kalesine yerleştirmiş.Tarih boyunca Rusya, Almanya ve Lehistan (Polonya) üçgeninde birçok sıkıntılar çeken Karaylar'ın nüfusu 18. yüzyıl başlarında bir ara 3 aileye kadar düşmesine rağmen bu uzak akrabalarımız kendilerini toplamayı başarmışlar ve her türlü badireleri atlatarak şu anda sadece Trakay da bile 300 civarınd

Türkiye-ABD Gerilimi ve Türkiye’nin Enerji Güvenliği

Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) arasında, ikili ilişkiler tarihinin en büyük krizlerinden biri yaşanmakta. Yakın bir zamana kadar birçok konuda anlaşabilen ve birbirlerini “stratejik ortak”, “müttefik” gibi sıfatlarla niteleyen iki ülkenin ilişkilerinin hızla bozulmasının, hatta karşılıklı başkentlerdeki vize işlemlerini durdurma noktasına gelmelerinin altında yatan birçok sebep var. Küresel sistemin hala en güçlü aktörü olan ABD ile yaşanan gerilimin, Türkiye’nin enerji güvenliği açısından kısa ve uzun vadede ne anlam taşıdığının tetkiki ise, sıklıkla gözden kaçırılmakta.