Ana içeriğe atla

Küresel Enerji Mimarisi Raporu'nun Değerlendirilmesi


Enerji sektörü, dünyanın son yıllarda en hızlı dönüşen ve en çok yatırım alan ve daha fazla alma ihtiyacı da sürekli artan sektörleri arasında. Öyle ki, Uluslararası Enerji Ajansı'nın (IEA) bir çalışmasına göre, enerji sektörüne, 2035 yılına kadar küresel çapta 48 trilyon Amerikan doları yatırım yapılması gerekmekte[1]. Hem teknolojik değişimin, hem iklimsel kısıtların ve hem de sosyo-ekonomik ihtiyaçların dayattığı değişim gerekliliği, bu yatırım ihtiyacını tetikleyen temel unsur. Dünya Ekonomik Forumu'nun (World Economic Forum) hazırladığı ve 22 Mart'ta yayınlanan "Küresel Enerji Mimarisi Performans Endeksi Raporu" (Global Energy Architecture Performance Index Report) bu gereklilikleri, 18 kıstas üzerinden 127 ülke bazında değerlendiren bir çalışma. Türkiye için de ilginç sonuçların olduğu çalışma, Jamaika, İsveç ve Uruguay enerji sektörlerinin ortak özelliklerini tespit etmesi bakımından da dikkat çekici.


Ekonomik büyüme ve kalkınma', 'çevresel sürdürülebilirlik' ve 'enerji erişimi ve güvenliği' alt alanlarında değerlendirme yapan raporun, temel bulguları arasında öne çıkanlardan biri, en başarılı ülkelerin, her çeşit ve boyutta olabildiğinin ifade edilmesi. Ekonomik gelişmişlik ve yüzölçümünün küçüklüğü ve nüfusun azlığı gibi etkenler, ülkelerin, enerji dönüşümünde daha başarılı olmasına katkı yapıyor olsa da, endeksin en iyi 15 ülkesi arasında, Uruguay, Kosta Rika ve Kolombiya gibi, bu kalıplara uymayan ülkeler de mevcut.

Endeksin ilk üç basamağını, sırasıyla, İsviçre, İsveç ve Norveç oluşturmakta; Türkiye ise, Şili ve Bulgaristan arasında 41. sırada yer almakta. Raporun değerlendirmesine göre, en büyük enerji tüketicileri, nispeten zayıf bir performansa sahip. Raporda Japonya 45., Rusya 48., Amerika Birleşik Devletleri 52., Hindistan 87. ve Çin 92. sırada bulunmakta. Raporun detaylarında dikkate şayan sonuçlar bulunmakta. enerji erişimi ve güvenliği açısından, ilk iki sırayı, en bol enerji kaynaklarına sahip ülkeler değil, Norveç ve Danimarka oluşturmakta. Çevresel sürdürülebilirlik alanında İzlanda ve Mozambik ilk ikiyi paylaşırken, raporun asıl sürprizi, ekonomik büyüme ve kalkınma alanında, Arjantin'in birinci, Peru'nun ikinci sırada olması.

Bu verilerden hareketle, küresel enerji mimarisinin, çevresel ve sosyo-ekonomik gerekliliklerin dayattığı seviyenin daha altında bir hızla değişmekte olduğu iddia edilmekte ve daha başarılı bir enerji politikası için, üç önemli ilke öne sürülmekte. Öncelikle, uzun dönemli bir stratejinin belirlenmesi ve ona bağlı kalınması gerektiği vurgulanmakta. Enerji sektöründeki süreçlerin uzunluğu dikkate alındığında, bütün paydaşların uyum sağlayabilmesi ve özellikle de finansal akışların ayarlanabilmesi için, enerji politikalarının, istikrarlı ve öngörülebilir bir şekilde uygulanması gerekmekte. Yani, değişen hükümetler/bakanlar ile değişmeyecek, uzun erimli bir stratejinin uygulanması gerekmekte. İkinci olarak, azami etkinin elde edilmesi için, doğru bir kamu-özel sektör ortaklığı modeli oluşturulmasının önemi vurgulanmakta.

Üçüncü olarak, enerji politikalarının esnek ve çok paydaşlı olması tavsiye edilmekte. Her ülke şartlarının farklı olduğu gerçeğinden hareketle rapor, ülkelerin kendi yapılarına uygun çözümler bulması gerektiğini savunmakta ve karar alma süreçlerinin, çok taraflı işletilmesini önermekte. Esasında, Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası tarafından her ülkeye standart bir liberalleşme reçetesinin tavsiye edildiği, neo-liberal dönüşümün, geldiği nokta itibariyle, tek bir reçete olmadığını savunması, bir zamanların meşhur kavramı olan Washington Oydaşması'nın (Washington Consensus)  çoktan unutulduğunun bir diğer itirafı gibi[2].

Rapor, Türkiye açısından değerlendirildiğinde, genel sonuç, Türkiye'nin 'orta ölçekli yükselen güç' statüsünün bir kez daha teyidi oluyor. Türkiye, 0,78 puanı ile, neredeyse tam dünya ortalamasındayken, ülkenin, alt alanlarda aldığı puanlar incelendiğinde, Türkiye'nin enerji politikasındaki öncelikleri net bir şekilde tespit edilebiliyor. Maalesef, çevresel kaygıların, politika öncelikleri arasındaki zayıf konumu da, bu tespitte yerini almakta. Türkiye açısından en temel mesele, uzun dönemli strateji üretilemiyor ve üretilenlerin de, uzun dönemli olarak uygulanamıyor olması. Ne yazık ki, bugüne kadar, enerji dışı birçok alanda da orta ve uzun vadeli stratejik planlar yayınlandı; ancak bu stratejiler, her hükümet ve bürokrat değişimi ile birlikte, hükümsüz hale geldi. Tarihsel tecrübe, Türkiye'de takip edilen siyasetlerin, kişilerle kaim olduğunu göstermekte. Bunun birçok sebebi tartışılabilir olsa da, altta yatan ana sorun, karar alma çevrelerinin çok dar olmasından kaynaklanmakta. Türkiye açısından diğer bir sorun, yine raporun da tespit ettiği gibi, uzun dönem içerisinde yapılacak seçimlerin, siyasetçiler ve onların siyasetleri üzerindeki etkisi. Bu başlıkta da, bilhassa elektrik ve doğalgaz piyasası serbestleşme süreçleri, seçim siyasetinin, ekonomik rasyonaliteyi bozucu etkisini net şekilde göstermekte.
Aslı için: Enerji Panorama



[1] Uluslararası Enerji Ajansı, World Energy Investment Outlook, 2014.
[2] Dani Rodrik, "Goodbye Washington Consensus, Hello Washington Confusion? A Review of the World Bank’s Economic Growth in the 1990s: Learning from a Decade of Reform", Journal of Economic Literature, Aralık 2006.

Yorumlar

Çok Okunan | Most Read

Ege’deki Enerji Tesislerimizi Kıbrıs’taki Askerimiz Koruyor

Türkiye, denize kurulacak ilk rüzgar enerjisi santralini, Ege kıyılarının kuzey kesiminde veya Trakya’nın Karadeniz kıyılarında inşa etmeyi tasarlıyor. Bu sebeple, özellikle kuzey Ege’de yoğunlaşan enerji tesislerimizin güvenliğini tekrar gözden geçirmenin tam zamanı. Bunu gerekli kılan başka ek sebepler de var. Türkiye’nin yoğun dış politika gündemini ve askeri operasyonlarını fırsat bilen Yunanistan’ın, Ege’de mütecaviz girişimlerini sıklaştırması ve ısınan doğu Akdeniz jeopolitiği, Ankara-Atina arasındaki ilişkileri olumsuz etkileyen unsurlar. Ankara’nın Vaşington ve Brüksel ile ilişkilerinin bozuk olması da, Atina’nın elini güçlendiriyor. Daha fazla enerji yatırımının kuzey Ege’de toplanması ise, halihazırda Yunanistan hava kuvvetlerinin tehdidine açık olan kritik enerji altyapımızın oranını artıracak. Bu durumu engellemek için Türkiye’nin elindeki en büyük imkan ise, Kıbrıs’ta konuşlu Türk askeri.

Litvanya'da Bir Türk İli: Trakay

Karayların, ya da diğer bir deyişle Karaim halkının, yaşadığı yer hem anayurttan hem de Osmanlı arazisinden çok uzaklarda bir Türk ili. Baltık ülkelerinden Litvanya'nın başkenti Vilnüs'e 35 km uzaklıkta 5.400 nüfuslu bir cennet köşesi olan bu diyar, Musevi olan Karay Türklerinin Litvanya'daki başkenti konumunda. Karay Türkleri, 1397-1398'de Litvan Dukası Vytautas tarafından Kırım'dan getirilmişler ve Vytautas'ın gayri resmi başkenti olan Trakay'a yerleştirilmişler. Kaynaklara göre Vytautas, 14. yüzyıl sonlarında gerçekleşmiş çok kanlı bir savaştan sonra Karayların savaşçılığını çok beğenmiş ve özel muhafızı olmaları için onları Trakay kalesine yerleştirmiş.Tarih boyunca Rusya, Almanya ve Lehistan (Polonya) üçgeninde birçok sıkıntılar çeken Karaylar'ın nüfusu 18. yüzyıl başlarında bir ara 3 aileye kadar düşmesine rağmen bu uzak akrabalarımız kendilerini toplamayı başarmışlar ve her türlü badireleri atlatarak şu anda sadece Trakay da bile 300 civarınd

Türkiye-ABD Gerilimi ve Türkiye’nin Enerji Güvenliği

Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) arasında, ikili ilişkiler tarihinin en büyük krizlerinden biri yaşanmakta. Yakın bir zamana kadar birçok konuda anlaşabilen ve birbirlerini “stratejik ortak”, “müttefik” gibi sıfatlarla niteleyen iki ülkenin ilişkilerinin hızla bozulmasının, hatta karşılıklı başkentlerdeki vize işlemlerini durdurma noktasına gelmelerinin altında yatan birçok sebep var. Küresel sistemin hala en güçlü aktörü olan ABD ile yaşanan gerilimin, Türkiye’nin enerji güvenliği açısından kısa ve uzun vadede ne anlam taşıdığının tetkiki ise, sıklıkla gözden kaçırılmakta.