Ana içeriğe atla

Hepimiz Hazırlıkçı mı Oluyoruz?


Amerika menşeli belgesel kanalı National Geographic'in meşhur programlarından birinin adı, "Kıyamet Günü Hazırlıkçıları" (Doomsday Preppers). Programın konusu, çeşitli felaket ihtimallerinden endişelenen ve bu yüzden, Dünya/ülke felakete sürüklenip kamu düzeni yok olduğunda kimseye muhtaç olmadan, kendi ihtiyaçlarını kendi imkanlarıyla karşılayıp her türlü tehdide karşı koruma sağlayabilecek çeşitli tedbirler alan insanların hayatları ve yaptıkları hazırlıklar. Son yıllarda, ekonomi ve siyasetin her alanında artan ve hep konuşulan ‘küresel belirsizlikler’ de, aslında bireyleri, şirketleri ve devletleri neredeyse 'hazırlıkçı' konumuna getiren tedbirler almaya sevk etmekte. Bu durum, küresel ölçekte ek ekonomik maliyetler yaratmakta ve gidişattan enerji sektörü de nasibini almakta.

Dünya'nın son yıllarda yaşadığı ekonomik ve siyasi gelişmeler, en umulmadık ihtimallerin dahi gerçekleşebileceğini gösterdi; meşhur “Murphy kanunu” (Murphy’s law), net bir şekilde kanıtlandı. Küresel anlamda Rusya'nın, Ukrayna'yı işgal etmesi ve batı bloğunun, Rusya'ya karşı yürürlüğe koyduğu ambargo kararları, İngiltere'nin AB’den çıkması, Trump gibi birinin ABD başkanlığına seçilmesi ve ikinci dönemini de kazanacak gibi dururken Kovid-19 salgınının etkileriyle seçimi kaybetmesi, Avrupa ülkelerinin neredeyse hepsinde AB karşıtı hareketlerin iktidara yürümesi veya Kuzey Kore ile ABD'nin nükleer savaşın eşiğine gelmesi önde gelen örnekler. Bölgesel ölçekte, Musul gibi büyük bir kentin bir gün içinde terör örgütü IŞİD’e teslim olması, Türkiye'nin, enerjide göbekten bağlı olduğu Rusya'nın savaş uçağını vurarak düşürmesiyle oluşan kriz, Suriye'de kara harekatına girişmesi, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin hukuksuz bağımsızlık referandumu veya Azerbaycan’ın onlarca yıl sonra Ermenistan işgalindeki topraklarını tekrar ele geçirmesi gibi örnekler mevcut.

Daha ulusal ölçekteyse, bir bakanımızın, bir Avrupa ülkesinde hukuksuzca ve silah zoruyla gözaltına alınarak sınır dışı edilmesi, Libya’dan Katar ve Somali’ye birçok yerde silahlı kuvvetlerimizin üs kurması veya bir yaz akşamı, hain bir darbe girişimi ile ülkenin alt üst olması gibi, rüya olup olmadığına belki hala inanamadığımız olaylar yaşanmakta. Siyasi ekonomik olaylar bir kenara, günlük hayatlarımız bile bir anda değişebiliyor. Daha bir yıl önce hayal bile edemeyeceğimiz şekilde, artık sokakta yüzü açık insan görmek imkansız. Dolayısıyla, artık küresel, bölgesel ve ulusal ölçekte, hatta günlük hayatlarımızda, 'asla olmaz' denilebilecek hiçbir ihtimal kalmadığını söylemek, asla mübalağa olmaz. Bu durum fertleri, şirketleri ve devletleri, işte o en umulmadık ihtimallere karşı, bilinmez bir boşlukta adeta her şeye karşı hazırlık yapmaya sevk ediyor.

Bireyler çerçevesinde bakıldığında, zengin ülkelerin vatandaşlarında daha yoğun olmak üzere, hazırlıkçılığa artan bir ilgi görülmekte. Beş milyon civarında oldukları tahmin edilen hazırlıkçılar, her an her şeyin gerçekleşebileceği bir dünyada, yaptıkları hazırlıklarla aslında, ekonomide nev-i şahsına münhasır bir hazırlıkçılık sektörü oluşmasına da vesile oldular. Şebekeden bağımsız yenilenebilir enerji sistemleri bu sektörün en gözde alanı olmakla birlikte, balıklı su tarımı (aquaponic) sistemleri, nükleer saldırılara dayanıklı konteynır evler, savunma sporlarına ve doğada hayatta kalma eğitimlerine artan ilgi, hazırlıkçılara danışmanlık hizmeti veren şirketler ve hatta kullanılmayan balistik füze silolarıyla uğraşan emlak şirketleri sektörün diğer unsurları arasında.

Müstakil bireylerin hazırlıkçı olmalarında, ilk bakışta bir sıkıntı görülmeyebilir. Ancak, hazırlıkçılık, toplumun çeperlerini oluşturan gruplara mahsus bir uğraş olmaktan çıkalı çok oldu. Hazırlıkçılar arasında, küresel şirketlerin yöneticileri, önemli siyasetçiler ve kanaat önderleri de var.[1] Asıl tehlikeyse, bu düşünce yapısındaki bireylerin ve temelinde herkese ve her kuruma güvensizlik yatan hazırlıkçılık psikolojisinin, küresel ekonomi ve siyasete yön verecek kadar etkili hale gelmesi. Çünkü hazırlıkçılık, esasında, daha verimli alanlarda kullanılma potansiyeli olan kıt iktisadi kaynakların, belki asla kullanılmayacak olan tedbirlere harcanmasına sebep olmakta.


Bu güvensizliğin, küresel ve bölgesel anlamda radikal ihtimallerin gerçekleşmesiyle zaten gerilmiş olan toplumların psikolojisini daha da etkilemesiyle, bu amaçla yapılan yatırımların katlanarak artacağı öngörülebilir. Kaynakların fazladan tedbir almaya değil, sorun çözmeye odaklanması halindeyse, hem refahın yaratımı ve dağıtımına ilişkin, hem de çevresel veya sosyal birçok problemin çözülebileceği aşikar. Dolayısıyla, mesele bireyler seviyesinden kurumlar ve toplumlar seviyesine doğru yükselen bir seyir izledikçe, hazırlıkçı mantığın ve buna sebep olan olaylar silsilesinin bütün insanlık için yarattığı fırsat maliyeti de, giderek artabilir. En basitinden, salgın döneminde yakın çevremizden de çok sayıda kişi, çadır vs gibi ilgili gereçler alarak doğa hayatına yönelmedi mi? Çoğu bu gereçleri ya hiç kullanmadı ya da çok az kullanıp bir köşede unutacak. Bilhassa salgın döneminde, evlerde stokçuluk, kendine yetebilme ve doğada hayatta kalabilme gibi kavramlarla daha da geniş kitleler tanıştı ve hazırlıkçılık psikolojisi daha da geniş kitlelere yayıldı. Bu yayılmanın, hem davranışsal iktisat, hem de siyaset bilimi ve sosyoloji açısından neler getireceğini zaman içinde göreceğiz.

Enerji sektörü açısından, bu durumun uzun erimli etkileri muzır nitelikte olabilir. Elektrik sektörü, teknik açıdan, arz ve talebin gerçek zamanlı olarak dengelenmesini gerektirmekte. Ayrıca, elektrik hala anlık bir ürün ve ticari depolanabilirliği kısıtlı. Böyle bir sistemin, hazırlıkçı psikolojinin hakim olduğu bir dünyanın gereklerine göre yönetilmesiyse, gereğinden fazla yedek üretim kapasitesi (çoğunlukla lisanssız) ve hatta belki ekonomik olmayan depolama kapasitesine de sahip olunmasını getirebilir. Bu durum, hem kıt iktisadi kaynakların verimsiz şekilde israfına yol açabilir, hem de birim elektrik üretim maliyetlerinin gereksiz yere aşırı yükselmesine sebep olabilir. Birçok tüketici, kendi güneş panellerini edinerek, şebeke tüketiminden ayrılmaya yönelebilir.

Esasında, henüz bu kadar karamsar bir şekilde olmasa da, bütün enerji şebekeleri az veya çok, çeşitli tedbir unsurları zaten barındırmakta. Bu tedbir unsurlarının, teknik ve doğa kaynaklı riskleri kapsayan kısmı gerekli ve mantıklı olmakla birlikte, kabul etmek gerekir ki, arz güvenliğini esas alan tedbirlerin bir kısmı, siyasetin, ekonomik rasyonaliteyi bozucu etkisinden kaynaklanmakta. Basitçe söylemek gerekirse, enerjinin siyasallaştırılmasından kaynaklanmakta. Örneğin, enerjinin hiç siyasallaştırılmadığı ve yalnızca teknik ve doğa kaynaklı riskleri barındırdığı bir sistemde, ulusal doğalgaz depolamasında daha az bir kapasite, yani daha az bir yatırım yeterli olabilirdi. Benzer şekilde, arz güvenliği temelli tedarik çeşitlendirme endişeleri olmasa, en ucuz gazı satan tek bir tedarikçiyle uzun dönemli kontrat yapmak yeterli olabilirdi. Yani aslında, her şey daha basit olur ve belki basit bilgisayar yazılımları tarafından bile idare edilebilirdi. Oluşan kaynak, bayındırlık işlerine ayrılabilirdi.

Ancak, hem siyasetin ekonomik rasyonaliteyi bozucu etkileri, hem küresel ölçekte asla olmaz denilen tüm ihtimallerin gerçekleşebiliyor olması, aslında fert, şirket ve devlet seviyelerinde tüm aktörleri, zaten az veya çok hazırlıkçı yapmış durumda. Gidişata bakılırsa, şu anda isimsiz şekilde ilerleyen hazırlıkçılık akımı, çok yakında siyaset ve ekonomide daha da görünür hale gelecek.

Türk siyasetçilerindeyse, durumu daha da tehlikeli hale getiren iki davranış kalıbı mevcut; ilki, sürpriz yapma hevesi. Karar alıcılarımız, orta veya uzun vadede herhangi bir konuda neler planlandığına ilişkin heyecan yaratmayı ve sürpriz yapmayı çok seviyorlar. Halbuki, medeniyetimizin karmaşık sistemleri ve ilişkiler ağı, sürprizleri çok sevmez; öngörülebilirlik, sürprizden daha değerlidir. İkincisi, dünyada olmayan herhangi bir şeyi ilk kez yapmış olmakla övünmeyi seviyorlar; kabul edelim, halkımız da seviyor. Peki düşünüyor muyuz, bir şey dünyada hiç yapılmadıysa, yapılmamış olmasının bir sebebi olabilir mi acaba? Ekonomi ve siyasetteki bu tip yaklaşımlarımız, sadece enerji alanında da uzun vadeli öngörülebilirliğimize zarar vermekle kalmıyor, aynı zamanda, fırsat maliyetlerimizi artırıyor, kaynaklarımızın verimsiz kullanılmasına yol açıyor ve kalkınma hızımızı düşürüyor. Enerji sektörü gibi, önümüzdeki yıllarda ciddi kırılmalara gebe bir sektörde, bunun muzır etkileri daha da büyük olma potansiyeli taşıyor.

Üstelik, hazırlıkçılık psikolojisinin siyasette daha etkili hale gelmesi, liderleri korumacı ve güvenlikçi politikalara, özgürlükleri törpülemeye ve sıkıntılı tehdit algılarının sebep olduğu maliyetleri, toplum refahına yüklemeye sevk edebilir. Böyle bir dünya, elbette sadece ‘hazır olanların’ dünyası olacaktır.

[1] Evan Osnos, “Doomsday Prep for the Super-rich”, The New Yorker, January 30, 2017, http://www.newyorker.com/magazine/2017/01/30/doomsday-prep-for-the-super-rich.

ASLI İÇİN: Enerji Panorama

Yorumlar

Çok Okunan | Most Read

Ege’deki Enerji Tesislerimizi Kıbrıs’taki Askerimiz Koruyor

Türkiye, denize kurulacak ilk rüzgar enerjisi santralini, Ege kıyılarının kuzey kesiminde veya Trakya’nın Karadeniz kıyılarında inşa etmeyi tasarlıyor. Bu sebeple, özellikle kuzey Ege’de yoğunlaşan enerji tesislerimizin güvenliğini tekrar gözden geçirmenin tam zamanı. Bunu gerekli kılan başka ek sebepler de var. Türkiye’nin yoğun dış politika gündemini ve askeri operasyonlarını fırsat bilen Yunanistan’ın, Ege’de mütecaviz girişimlerini sıklaştırması ve ısınan doğu Akdeniz jeopolitiği, Ankara-Atina arasındaki ilişkileri olumsuz etkileyen unsurlar. Ankara’nın Vaşington ve Brüksel ile ilişkilerinin bozuk olması da, Atina’nın elini güçlendiriyor. Daha fazla enerji yatırımının kuzey Ege’de toplanması ise, halihazırda Yunanistan hava kuvvetlerinin tehdidine açık olan kritik enerji altyapımızın oranını artıracak. Bu durumu engellemek için Türkiye’nin elindeki en büyük imkan ise, Kıbrıs’ta konuşlu Türk askeri.

Litvanya'da Bir Türk İli: Trakay

Karayların, ya da diğer bir deyişle Karaim halkının, yaşadığı yer hem anayurttan hem de Osmanlı arazisinden çok uzaklarda bir Türk ili. Baltık ülkelerinden Litvanya'nın başkenti Vilnüs'e 35 km uzaklıkta 5.400 nüfuslu bir cennet köşesi olan bu diyar, Musevi olan Karay Türklerinin Litvanya'daki başkenti konumunda. Karay Türkleri, 1397-1398'de Litvan Dukası Vytautas tarafından Kırım'dan getirilmişler ve Vytautas'ın gayri resmi başkenti olan Trakay'a yerleştirilmişler. Kaynaklara göre Vytautas, 14. yüzyıl sonlarında gerçekleşmiş çok kanlı bir savaştan sonra Karayların savaşçılığını çok beğenmiş ve özel muhafızı olmaları için onları Trakay kalesine yerleştirmiş.Tarih boyunca Rusya, Almanya ve Lehistan (Polonya) üçgeninde birçok sıkıntılar çeken Karaylar'ın nüfusu 18. yüzyıl başlarında bir ara 3 aileye kadar düşmesine rağmen bu uzak akrabalarımız kendilerini toplamayı başarmışlar ve her türlü badireleri atlatarak şu anda sadece Trakay da bile 300 civarınd

Türkiye-ABD Gerilimi ve Türkiye’nin Enerji Güvenliği

Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) arasında, ikili ilişkiler tarihinin en büyük krizlerinden biri yaşanmakta. Yakın bir zamana kadar birçok konuda anlaşabilen ve birbirlerini “stratejik ortak”, “müttefik” gibi sıfatlarla niteleyen iki ülkenin ilişkilerinin hızla bozulmasının, hatta karşılıklı başkentlerdeki vize işlemlerini durdurma noktasına gelmelerinin altında yatan birçok sebep var. Küresel sistemin hala en güçlü aktörü olan ABD ile yaşanan gerilimin, Türkiye’nin enerji güvenliği açısından kısa ve uzun vadede ne anlam taşıdığının tetkiki ise, sıklıkla gözden kaçırılmakta.